Trabzon’da bir hanım, “Benim beş yaşında evladım dişi kerkenezin çiftleşme döneminde erkeğine nasıl kur yaptığını bütün ayrıntılarıyla biliyor sayın Başbakanım. Lütfen bunu çözün artık…” diyerek hüngür hüngür ağlamaya başlar.
Bunun üzerine Başbakanımız, bu tür “ahlaksız” belgeselleri yayınlayan kanallara savaş açar: “Senin ne hakkın var bu kadıncağızı ağlatmaya? Bu mudur sizin televizyonculuk anlayışınız? Her şeyi bırakın, kimsenin özel hayatının bu denli ifşa edilmesini de doğru bulmuyoruz. O hayvanın dişisiyle, çocuğuyla ne yaptığını, ne yiyip ne içtiğini herkes görmek zorunda mı?.. Gün gelip aslan kardeşimiz elden ayaktan düşüp, avlanamaz hale geliyor. O aslanı ele güne rezil etmek hangi inançta var? Böyle Müslümanlık mı olur?” diye çıkışır. Böylelikle, iktidar cemaat kavgasını daha da kızışır.
Yukarıda bahsi geçen olay Zaytung’un kurgusu.
Ama çok da hayali gelmiyor.
Günümüzün gergin ortamında hiciv ve gerçek arasındaki çizgi fena halde flulaştı.
Kendi bildikleri doğrunun mutlak olduğu varsayımıyla, diğer kamptaki yüzde 50’yi gözden çıkararak yapılan açıklamalar bunlar.
Belki de seçim stratejisi olarak başarılı. Ülke sosyolojisi açısından tehlikeli olduğu kesin.
Yıllarca bölünme paranoyasıyla yontulmuşuz oysa asıl şimdi bölünüyoruz.
Bizde her dönem bir ikili-karşıtlık mitolojik boyutlarda çarpışmış: Dönemimizin ak ve karaları ise bu işi hayat tarzı üzerinden yürütüyor. Çocuk sayısı, eğitim projeksiyonu vs. yaparak ayrıştırıyor.
Hayata ne denli farklı baktıkları aşikar ama tahammülsüzlük 28 Şubat’ı aratacak düzeyde. Farklılığın güzelliği ya da zenginliği unutulmuş; islamofobi de büyüyor, metroda öpüşen çifte duyulan kin de. Devlet işine geldiğini yutuyor, işine gelmeyeni yedirtmiyor.
Bu arada kadının durumu hiç olmadığı kadar kötü. Şiddet ve cinayet figürleri korkutucu düzeyde.
Bunun üzerine bazı arkadaşlar, yabancı basın mensuplarına (pardon, dış mihraklara): “Ülke adeta Amiş’ler tarafından yönetiliyor” diye açıklama yapıyor.
Şimdi, güler misin, ağlar mısın?
Bizim aile salonumuz vardır. Çünkü aile salonu, kadını başıboş sarhoşlardan, mütecaviz erkeklerden, gereksiz muhabbetlerden korur.
Peki ya tecavüz ailede oluyorsa?
Ya kız babası tarafından kurşunlanıyorsa?
Ya aile aslında en tehlikeli yerse?
Biz birilerine ders vereceğimize o çok yücelttiğimiz aile kurumuna bakalım.
O ailede ne cinayetler ve pedofilik sapkınlıklar olduğunu hatırlayalım.
18 yaşından küçük 3 kızdan birinin tacize uğradığını, her gün bir kadının doğrandığını…
Dilediğimizde sus pus oluyoruz. Neden?
Çünkü o ırz düşmanı baba, bizden. O çocuk yaşta kıza kur yapan amca “aileden.”
İşimize gelmeyince, medyamızla, yasalarımızla, suskunluğumuzla bu insanları görmezden geliyoruz.
Baba ya, sever de, döver de.
Anlayacağınız bu babalar diyarında bir tek baba iyiyi, doğruyu biliyor.
Ancak baba elini kolunu sallayarak, sevdiği için öldürüp, öldürtür.
Namus bekçisi o.
Baba, ayıp mı etti, suç mu işledi? Olabilir. Her kul hataya düşebilir.
Ama nedense ona dokunulmuyor.
O gencecik öğrencilere, yurtsuz çocuklara, kızlara, Alevilere, düşünce “suçlularına” çok gördüğümüz kredi sadece babaya sonsuz.
Aile salonunda mutlu mesut oturuyor.
Riya içinde, mütemadiyen bir ahlak dersiyle geliyor.