Batı’nın altın çağı olarak adlandırdığı ve mitolojik boyutlarda varakladığı Antik Yunan ve Roma medeniyetinin ve o medeniyetlerin felsefesinin, hayat biçiminin hatırlanmasının doğumuyla başlar Rönesans.
Rönesans yaklaşık 300 yıllık, yani 14 yy’dan 17yy’daki Aydınlanma Çağına kadar süregelen dönemdir. İtalya’da başlayarak tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bu dönem, Karanlık çağlardan Modern Çağa geçiş olarak kabul edilir.
Bireyin doğumudur aslında Rönesans. Yenide doğan ruh, meraklı, heyecanlı, hayat dolu, araştırmacı bir ruh.Bin yıllar önce İskenderiye’ de telaffuz edilmiş dünya değil güneş merkezli bir solar sistemine ait olduğumuz düşünceleri de kiliseye rağmen sızmaya bu dönemde başlamıştı. 1450’de Gütenberg’in matbaayı icat etmesiyle Avrupa’da bir iletişim devrimi yaşandı. Bilgi ulaşılır oldu. Michele de Montaine, kulenin tepesindeki kütüphanesinde 1000 kadar kitabı vardı. Matbaa ile birlikte Petrarka ve Boccachio gibi yazarların şiirleri ve hikayeleri hem halk hem aristokrasi tarafından okunmaya başlandı. Shakespeare’in dehası hızla yayıldı.
Medici’lerin bir misyonu vardı: dünyaya güzellik, gerçeklik ve bilgelik kazandırmak istiyorlardı. Sanatın eğitici olduğuna inanıyor, insanlar güzel şehirlerde yaşarlarsa güzel şeyler düşünürler ve yaparlar, iyi olurlar felsefesi vardı. O yüzden de bugün Floransa, Verona, Roma gibi şehirler hala dünyanın en güzel yerleri- unutmayalım ki bu güzellikler tesadüfi bir şekilde yaratılmadı. Medici’lerin sofrasında oturmaya nail olsaydınız, onlarla yıllarca beraber yaşayıp eserlerini yaratan Leonardo da Vinci, Botticelli, Mikelangelo, Rafael gibi sanatçılarla, Galileo Galilei gibi bilim insanları, Machiavelli gibi siyasi düşünürlerle aynı sofrada oturabilirdiniz.
Tabii arada kurbanlar da oldu. Mesela düşünce özgürlüğünün ilk havarisi olarak bilinen Giordano Bruno Roma’daki Campo del Fiori meydanında canlı canlı yakıldı. Filozof, gökbilimci, okültis rahi Kopernik’in tezini dünyadan başka pek çok gezegen olduğunu ve bizim merkezde olmadığımızı savununca Kilise tarafından sapkın ilan edilerek idam edildi.
Rönesans’ın aydınlanma çağına giden yolunda laik düşüncenin temelleri atıldı. Cesur yeni dünyalar keşfedildikçe, bu dünyanın meyveleri yendikçe her şeyi ahiretten beklemek yerine bu dünyanın keyfini çıkarma düşüncesi ortaya çıktı. Bu demek değil ki Rönesans’da tanrı unutuldu, inançlar rafa kaldırıldı. Kilise hiç olmadığı kadar zenginleşti bu dönemde. Fakat hümanizmle birlikte tanrı değil insan yerleşti hayatın merkezine.