Gerçek-Ötesine, Freni patlak…
“En tehlikeli sayı ikidir” der C.P. Snow. Diyalektik hayatı kolaylaştırır belki- iyiyi kötüden, akı karadan ayırır. Fakat ayrıma da iter. Kutuplaşma çağının zirvesindeyken Snow’nun ne demek istediğini daha iyi anlıyorum çünkü bugün “biz” ve “onlar” birbirini anlamak bir tarafa, birbirlerini dinlemeye tenezzül bile etmiyor. Ne gerek var ki, ben haklı olduktan sonra? Tahammülsüzlük ve küçümseme diyaloğu kakofoniye, empatiyi acımasızlığa sürüklüyor. Sorunu kendi küçük diyarımıza indirgeyip, “ne oldu güzelim ülkemize, eskiden komşu komşunun dinini/mezhebini, Türkünü/Kürtünü bilmezdi diye eski güzel günleri romantize etmenin bir anlamı yok. Her dönemde farklı kutuplar, harcayan ve harcananlar, büyük ve küçük balıklar vardı, olacak. Fakat polarizasyon şu anda tüm dünyayı sarmış vaziyette. En azından bu konuda yalnız değiliz, onu bilelim. İçinde bulunduğumuz Post-Truth ya da Hakikat-Sonrası dönemde kutuplaşma çok daha sinsi bir şekilde bölüyor ve yıkıyor. Gerçeğin komplo teorileri ile örüldüğü, benim bilgimin senin bilgini dövdüğü bir zamanda insanları manipüle etmek, seçim sonuçlarını değiştirmek de mümkün kılındı. Dönemin kendine yakışan taciri ve müşterileri, savaş zenginleri ve fukaraları birbirlerine karşı bilenip, dolmaya devam ediyor. Mesela Amerikan Kongresinin baltalı tüfekli gerçeklikten kopmuş ahali, gerçek-ötesi çağda kutuplaşmasının vücut bulmuş haliydi. Nasıl geldik buraya? Bugün biraz bunlara değineceğim.
Bundan yirmi küsur yıl önce Amerika’dan Türkiye’ye döndüğümde New York’u çok özlüyordum. Aslında ilk başta hiç istememiştim Amerika’ya gitmek- Yeni Dünya fazla yeniydi benim için. Sonrasında New York beni büyüledi. Rüyalarıma müzeleri, antika kitapçıları, tiyatroları giriyordu. Şimdi tekrar Amerika’dayım ama burasının bambaşka bir ülkeye dönüştüğünü, bildiğim ABD ile uzaktan yakından alakasının kalmadığını görüyorum. 20 yıl tarih açısından bir salise bile değildir, gel gör ki bu kısa sürede yaşanan değişim bilim kurgu derecesinde. O dönem Amerika benim için Rönesans’ın yaşanabildiği, yeniliklere kapıyı açan, üreten bir ülkeydi. (Kapitalizmin ve aşırı tüketimin çirkinlikleri, dünyayı sömürme ve sömürgeleştirmelerine bir şey demeyecek misiniz diyenleriniz olacaktır, konumuz kapitalizmle çok bağlantılı ama buna daha sonra gireceğim.). Bugün Amerika’daki iklim Polyanna’yı bile karanlık tarafa çekebilir. Burada nükleer bir gübre gibi bekleyen öfke ancak isyan veya savaş doğurabilir.
Post-Truth pek çok şeyi açıklıyor. Hakikat-sonrası ne demek? Gerçeğin somutluğunu yitirdiği, nesnellik yerine inanç ya da duygularıyla hareket etmeye başlandığına işaret ediyor. Hakikat-sonrası yeni bir kavram değil ama 2016, yani Trump’un seçilmesiyle, ayyuka çıktı. O yüzden de Oxford Üniversitesi 2016 yılında Post-Truth’u yılın kelimesi ilan etti. Neden Trump? Günümüzdeki pek çok lider gibi narsist bir popülist olduğu için değil. Trump’un günde 50 yalan ya da yanıltıcı tweet attığı, bugüne kadar 20 binden fazla yalan yaymış olduğu hesaplanmış. Washington Post gibi ciddi, araştırmacı bir gazete Trump’un yalanlarını saptamak için resmen bir ekip kurmuştu. Trump koltuğunu kaybetmemek için her şeyi yaptı, kongre basıldıktan sonra bile hiçbir dayanak olmaksızın oyların çalındığını söyleyip, cadı avından bahsederek taraftarlarını galeyana getiriyordu. Post-truth çağının başrolünü Trump’a verdiğimi düşünebilirsiniz ama aslında asıl aktörler bizleriz. Araç ise sosyal medya. Hakikat-ötesinde bizler sadece duymak istediklerimizi duyuyor, kendimize uyan haberleri okuyor, ötekiyi görmüyoruz bile. Zaten sosyal medya da böyle işliyor, bizim okuduğumuz, dinlediğimiz, izlediğimiz şeylere benzeyenleri göndererek bizi kendi küçük dünyamıza hapsediyor. Biz de afiyetle aynı şeyleri yemeye, kapitalizmin istediği üzere tüketmeye devam ediyoruz. Ye, iç, harca. Dışarıdan birisi bölmek istese bu kadar başarılı olamazdı. Dolayısıyla Washington’u basan boynuzlu, bayraklı kişiler aslında kendi açılarından son derece haklıydılar- çoğu ciddi ciddi ülkelerini kurtardığına inanıyorlardı çünkü aylardır onlara düşmanların oyları çaldığı, ülkeyi ele geçirip tüm değerlerini yerle bir edeceği söylenmişti. Ben Cumhuriyetçilerin kazandığı Florida’dayım ve hala pek çok yerde Trump posterleri ve pankartları asılı. Bir katakulli yapılarak seçimin çalındığına öyle ikna olmuşlar ki başka bir görüşü asla kabul etmiyorlar. Kendi yarattıkları medya onları alternatif gerçeklerle dolduruşa getiriyor. Bu kesim bilendikçe karşı taraf da onlara “neo-nazi salak” diye mimleyip aşağılıyor.
Temming’in yaptığı kapsamlı araştırmalara göre Twitter’daki yalan haberler doğru haberlerden daha hızlı yayılıyor. Facebook’taki yalan yanlış haberler gerçeklerden çok daha fazla okunup yorumlanıyormuş. O’Connor ve Weatherall’a göre online’da yalan haber yaymak savaşın yeni türü. Bunun örneklerini pek çok ülkede gördük. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye diye pek çok masumu karalayıp hayatlarını harcadığımız gibi pek çok haksızlığın da parçası olmuş oluyoruz. Buradan çıkacak ders, yazılıp çizilenler bize ne kadar doğru gelirse gelsin, yüzde yüz güvenmemek, farklı bir kaynağa bakmak. Bunun ne kadar zor olduğunu farkındayım. Sabırsızız, günde ortalama 8 saat sosyal medyada geçirmemize rağmen zamansızız ama daha da önemlisi karşı taraf ya faşist, cahil, barbar ya da terörist ve hain. Dolayısıyla karşı tarafın tezini dinleyecek takatimiz yok. Ne münasebet!
Post-truth kavramının özellikle Alman felsefesinde irdelenmiş olması tesadüf değil zira New York Times’da yayımlanan Timothy Snyder’ın makalesinde de söylendiği gibi post-truth pre-faşizm’dir- yani faşizmin öncüsüdür. Önce mitler üzerine bir rejim kurulur sonra yasalar isteğe göre bükülür. Hukuk kalmayınca hiçbir organ düzgün işlemez. Ülke kendi vatandaşlarını “taraf” ve “bertaraf” olarak ayırmaya başlayınca bütünlük kalmaz, ülke ülke olmaktan çıkar. Nietszche, hakikat değerlerle yer değiştirince hakikat olmaktan çıkar diye yazmıştı. Nesnellikten uzaklaşır, “benim doğrum/senin doğrun” gibi sübjektif alana girmiş oluruz. Kısacası post-truth böyle başlar. Vahşi kapitalizm çağında insanların bu şekilde işlemesinin avantajı var: tüketiciyi kendi zevkleriyle tavlıyor, kendi dünyasının içinde sarhoş edip müptelalaştırıyorsunuz. Amaç daha fazla tüketmeleriyse, tüketiyorlar. Verilenleri silip süpürüyor, daha fazlasını istiyorlar. Fakat bu tür kapitalizm kendini bitirmeye mahkum. Corona-günlerimize yakışacak bir örnek verecek olursam, bir virüs agresifleştikçe sonuna yaklaşmıştır zira beslendiği bedenleri daha hızlı öldürünce yerleşecek vücut bulamayacaktır. Tüketim alışkanlıklarımız böyle giderse dünyayı ilk kez kendi ellerimizle öldürmüş olacağız. İşin olumlu yönünden bakarak kapatayım: dünyayı yok edince o zaman post-truth gibi sıkıcı kavramları tartışmamıza gerek kalmayacak. 5 milyar yıl sonra güneşin patlamasına kadar zavallı gezegen rahat nefes alacak!
Herşey evrilir. Taaki tekrar başa dönene dek. Tanrı bile.
Pelin hanım merhaba. Yıllardır sizi takip ediyorum. Sizin ne kadar vicdanlı, hakikatin peşini bırakmayan cesur bir kadın olmanizdan dolayı hep dikkatimi cektiniz ve size hayranlık duydum.
Biz Kürtler’de şöyle bir hastalık veya kanaat oluşmuş: Kendi ülkemizde, Türk ırkını temsil eden devlet aklı tarafından zülme uğradığımızdan, kafamızda hep Türkler’in güçlü, vuran, öldüren, korkunç ve bize korku veren olarak bir algı oluşmaya başladı. Bu mantıkla hareket ettiğimzde, sizin gibi vicdanlı, kendi Türkler’i gördükçe kafalarımızdaki Türk fobisinden dolayı sizin gibilere daha çok hayranlık uyandırmaya götürüyor bizleri. Bilinçaltimizda oluşan korkudan dolayı ezilmişten yana tavir geliştiren sizler, bizlere umut veriyorsunuz.